A. Schopenhauer'in Düşünceleri
A. Schopenhauer'in Düşünceleri: Zevklerin binlercesi, tek bir acıyı telafi etmez: MİLLE PİACER' NON VAGLİONO UN TORMENTO. “Millepiacer’ non vagliono un tormento.” Yani zevklerin binlercesi, tek bir acıyı telafi etmez, diyor A. Schopenhauer. Herhangi bir insan hayatının mutluluğu, onun neşesi ve zevkleriyle değil, onun için müspet şeyler olan keder ve ıstırabın yokluğuyla ölçülür. Bu acının, ıstırabın müspet doğasından değil,iyilik ve mutluluğun menfi doğasından kaynaklanır. Peki yaşamda acı ve mutluluk arasında hiçbir zaman denge oluşmaz mı? İnsan hayatı, ne kadar mükemmel görünse de, örneğin ayağı vuran bir ayakkabı gibi çok basit bir sebep bile, bütün bu mükemmelliği yok etmeye yetecektir. A.S. bu dengesizlik hakkında çok yerinde bir örnek veriyor: “Bu dünyada zevklerin acıya ağır bastığı veya herhalde bu ikisinin birbirini dengelediği iddiasını her kim kısa yoldan sınamak isterse, avını parçalayıp yiyen hayvanın hissiyatıyla ona av olan hayvanın hissiyatını mukayese etmelidir.” İnsan denen canlı daima kendine bir sorun yaratır ve ister kısa vadede olsun ister uzun vadede, hayatını bu sorun etrafında şekillendirir. Sağlık, zindelik, huzur,olası sorunların varlığında elin tersiyle çok kolay kenara itilir. Çünkü“..nasıl ki bir akarsu herhangi bir engelle karşılaşmadığı sürece bir birikinti yapmazsa, insan tabiatı, öyle bir yapıya sahiptir ki irademizle uyum içinde cereyan eden hiçbir şey dikkatimizi çekmez ve algımızın konusunu teşkil etmez..” Ancak kaybettiğimiz ve acı çektiğimiz zaman bir sevgilinin, ya da sağlığın farkına varırız. Tüm bunlara sorunsuz bir şekilde sahip olmak, beraberinde monoton, bitkisel bir hayat getirecekken, yokluklarının etkisi çok daha kuvvetli hissedilecek, yaşamı cehenneme çevirecektir. Çıkan sonuç, hayatta acının, kederin, belki de mutluluk ve huzurdan daha önemli bir yer teşkil ettiğidir. Bunu bir örnekle güçlendirmek gerekirse; “İnsanoğlu Ütopya ülkesine götürülseydi ne olurdu? Ya can sıkıntısından ölürlerdi ya da kendilerini asarlardı; veya olmadı birbirlerine düşer, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürlerdi…” Nasıl kibir gemi sağa sola yalpalamadan dosdoğru yol alabilmek için bir denge ağırlığına ihtiyaç duyarsa, bizler de hayatlarımızı devam ettirebilmek için acıya ve kedere ihtiyaç duyarız. Yoksa halimiz, atmosfer basıncından kurtulmuş bedenimizin başına gelecekten pek farklı olmazdı. Birçok insan Tanrı’nın her şeyi mükemmel bir düzen ve doğruluk içinde yarattığına inanmaya ihtiyaç duyuyor. Fakat işin aslına baktığımızda, sıkıntısızlığın bile sıkıntıya yol açtığını görüyoruz ve bu durumda hayatın gerçekten de mükemmel,kusursuz bir yapıda olduğuna nasıl inanabiliriz? A.S dinsel açıdan yaklaşıyor bu sorunlara ve getirdiği cevapları Pythagoras’ın şu sözleriyle özetlemek mümkün: “Eski teologlar ve görücüler ruhun belli cezaları çekmek için bedenle birleştirildiğine ve deyiş yerindeyse bu mezara gömüldüğüne dikkat çekerler.” A.S.’e göre dünyada bulunuş amacımız, tıpkı dini öğretilerde olduğu gibi (özellikle Hıristiyanlıkta)ilk günahın acısını çekmek, cezalandırılmak. Demek istediğini daha net belirtmek için onun şu sözlerine yer verebiliriz: “Zannımca var oluşumuza hiçbir şey, yanlış bir adımın sonucundan, cezasını ödeyip durdurduğumuz günahkâr şehvetin neticesinden daha yakın bir benzerlik taşıyamaz.” O halde,insanoğlu ilk günah olarak anlaşılmış ve bu yüzden ölüme yazgılanmış, günahkar,çarpık, ters, bozuk ve saçma bir şeydir. “Zaman zaman birçok kusur karşısında dilenen özür, yani ‘insan için bunun tabii olduğu’ hiçbir suretle uygun bir ifade değildir; uygun karşılık şu olmalıdır: ‘Tam da kötü olduğu için bu doğaldır ve tam da doğal olduğu için bu kötüdür’.” İlk günah öğretisini hayatlarımıza adapte ettiğimizde ortaya çıkan sonuç tam olarak da budur. Tüm bunların ışığında, insan başkasından kaynaklanan bir sorun yaşadığında, sıkıntı ve acı içinde kalıp canı yandığında, tıpkı kendisi gibi karşısındaki insanın da günahkâr, bozuk ve saçma bir varoluşa sahip olduğunu göz ardı etmemelidir. A.S.burada W. Shakespeare’in bir oyunundan alıntı yaparak durumu açıklamaktadır:“Pardon’s the word to all!” Yani “Herkesi affet!” Çünkü senin onlardan tek farkın, onların yaptıkları hataları senin sadece ‘o an’ yapmamış olmandır; yoksa özde herkes aynıdır: Çarpık ve günahkar bir varoluş…Bu günahkar varoluşumuzdan, tabiatımızdan dolayı, yaşadığımız süre boyunca başarmayı, ulaşmayı amaçladığımız mutluluğa, huzura kavuştuğumuzda bu sakinlik bize batar. Günahkar olduğumuz için hayat ancak acıların eşliğinde yaşanılabilir bir yerdir. Bu durumda, ister istemez akılda bir soru oluşuyor: Eğer gerçekten bir ceza çekmek için buradaysak, o zaman bu cezanın (yaşamın) sonunda bizleri bekleyen ne? Bu ceza, başta yaptığımız hatadan, kendi hatamızdan kaynaklanıyorsa, insanın kendi hatasının cezasını çekmesi sonucunda bir ödül alacak olması beklentisi boş bir beklentidir. O halde son’da bizleri bekleyen büyük bir ödül, Tanrı’nın mükâfatlandırması olamaz; bu görüşün mantıksızlığı açık bir şekilde görülmektedir. Durum buysa, insan ancak aradığı gerçek mutluluğa ve huzura ölünce mi kavuşacaktır? Aslında bizleri bekleyen ödül(!) ölüm müdür? Toprağa kavuşunca mı huzur bulacağız? Bunlar A.S.’in cevap vermediği sorular. Yazısının bir bölümünde Alman düşünür şöyle diyor: “…her ne kadar böyle bir şeye nasıl ihtiyaç duyabileceğimizi anlayamasak da bu ceza, bu paylama bize yönelmiştir…” A.S. cevaplar veremiyor, fakat kendince bazı çözüm yolları sunuyor. Ona göre, dünyanın bu iğrenç tabiatı dürüstçe ve içtenlikle kabul edilmelidir ve kurtuluş yolu, yaşam iradesinin yadsınmasıdır: “Mevcut genişlemenin aynı zamanda büzülmesi de olmalıdır. Eğer ilki yaşam iradesinin tezahürüyse, ikincisi de yaşamama iradesinin tezahürüdür.” Alman düşünüre göre, yaşam iradesinin en etkili olduğu nokta, üremedir. Aşkın Metafiziği isimli eserinde bu konuyu ayrıntılı bir biçimde incelemiştir ve ona göre, insanların hayatı anlamlı kıldığına inandıkları “aşk” bile, yaşam iradesinin tezahürü niteliğindeki içsel bir dürtüdür. İnsan farkında olmadan kendisi için en güzeli/yakışıklıyı arar ve bunu, soyunun devamı için güttüğü içgüdüsel bir davranış şeklinde yapar. Bir erkek güzel bir kadın gördüğü zaman,bilinçaltı tarafından farkında olmadan uyarılır, çünkü bu kadınla evlenip çocuk yaptığı zaman, dünyaya fiziksel açıdan güzel varlıklar getirebilecektir. Tıpkı bunun gibi, bir kadın da bir erkekte güç, kuvvet, cesaret ya da korumacı bir karakter arayacaktır; kadınlar için fiziksel olarak yakışıklılık/güzellik, bir erkekteki “güzel kadın” düşüncesi gibi kuvvetli değildir. A.S. bunun sebebinin, biyolojik olarak,doğacak çocuğun iradesini babadan, akıl/zeka gibi özellikleriyse anneden alacak olmasına bağlıyor. Dolayısıyla irade bir erkekte, kadın için daha çok aranan bir özellik olacaktır. Bilinçaltından bunu biliriz ve tüm bu içgüdüsel dürtüler sebebiyle bir insana aşık olur, onunla birlikte olmak isteriz. Dolayısıyla, cinsellik sonrası erkeklerin çoğunlukla aşkının gittikçe azalması, fakat kadınların ise ilişkiye daha sıkı sarılmalarının sebebi bu bilinçaltı farklılığından kaynaklanmaktadır. “Illicopost coitum cachinnus auditor Diaboli.” Cinsel ilişkiden sonra şeytanın kahkahaları duyulur! Şeytan burada ilk günahı temsil etmektedir ve A.S.’e göre, gebelik dışındaki tüm cinsel ilişkilerden kadın içten içe bir utanç duyar.Fakat işin içine gebelik girince, ilişki neredeyse kutsallaştırılmaktadır.Çünkü yaşam iradesinin en etkin olduğu nokta, yukarda da belirttiğimiz gibi,üreme içgüdüsüdür. Eğer gerçekten dini kitaplarda tasvir edildiği gibi, Şeytan’ın kandırmasıyla Adem ve Havva yasak elmadan yemiş ve bunun üstüne dünyaya sürülmüşlerse (ceza çekmek için), o halde dünyaya her yeni birey katılışı demek, acı çekecek yeni ruhlar demektir. Bu dünyaya yeni insanlar gelecek, bu insanlar da sıkıntı ve çeşitlik ederler içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışıp sonunda da muhtemelen arkalarında küçük izler dahi bırakmadan çekip gideceklerdir. Hayatın amacı acı çekmekse, o zaman gebelik de kutsallaştırılacaktır bu durumda; ardında yatan amaç fark edilmeden,gerçekler görülmeden… Evlenmeleri yasak olan rahipler, kendilerini dış dünyadan soyutlayıp manastırlara kapanan keşişler ve daha niceleri, doğru olduğuna inandıkları bir amaç uğruna uğraş veriyorlardır; bu da yaşama iradesinin yadsınmasıdır. Aziz Francesco daha henüz top koşturan bir delikanlıyken bütün ileri gelenlerin kızlarının bir arada oturduğu yerde kendisine sorulmuş: “Söyle bakalım Francesco, bu güzellerden hangisini seçtin?” Ve o de cevap vermiş: “Çok daha güzel bir seçim yaptım.Yoksulluk…” Ardından da kısa bir süre içinde herşeyi terk etmiş ve elinde sadaka kasesi diyar diyar dolaşmış. “Her kim ki bu tür düşüncelerle kurtuluşumuz için sefalet ve ıstırabın ne kadar gerekli olduğunun farkına varırsa başkalarına mutluluklarından çok mutsuzlukları için gıpta etmemiz gerektiğini anlayacaktır.” diyor A.S. Aziz Francesco’nun böyle bir seçim yapmış olmasının sebebi, hayatın ona tüm getireceklerinin aslında bir yanılsama, bir anlamsızlıklar topluluğu olacağını anlamış olmasıdır. Seçeceği o “güzeller” ona bir süre sonra güzel gelmez olacaktı. Başka “güzel” arayışları bile monotonluğa dönüşecekti. En kötüsü de, şimdi bir çoğumuzun içinde bulunduğu duruma benzer bir şekilde, hayatını gittikçe kaplayıp yaşanmaz kılan tüm bu sorunların, sıkıntıların nereden kaynaklandığını ve tüm bu sorunları nasıl aşacağını göremeyecek kadar hayat denen garip alışkanlığa, çamura saplanmış gibi takılıp kalacaktı. Fakat o, birçok kişinin yapmaya cesaret edemeyeceği, yapanlara da deli diyecekleri birşeyi gerçekleştirmiş, belki de eline geçebilecek tüm o güzellikleri istemeyerek, yoksul bir hayatı tercih etmiştir. Peki neden? Aziz Francesco’yu ya da pek çoklarını böyle düşünmeye iten ne? Neden hayat denen şey aslında anlamsız? A.S.’e göre, hayatımızın aslında anlamsız olduğunun en önemli göstergesi ‘zaman’dır. “Zaman ki onunla her an elimizdeki her şey boşbir hiçliğe dönüşmektedir ve sahip olduğu bütün değerleri kaybetmektedir.” Schopenhauer’e göre var olmuş olan, artık var değildir; hiç var olmamış olan kadar vardır ancak.Bu yüzdendir ki, büyük öneme sahip ama geçip gitmiş olan bir şey, şu anda mevcut olan bir şeye göre daha aşağıdadır. Geçmişteki başarılarımız, şimdiki zaman için de başarı sayılabilir mi? Eğer şu an iflas etmiş biriysek, bundan on sene önce çok zengin biri olmuş olmamız, bize herhangi bir fayda sağlar mı?Yoksa sadece, sanki hiç zengin ve saygın biri olmamışız gibi, çoktan yitip gitmiş midir? “Hayatımızdaki her hadise için ancak bir anlığına ‘var’ diyebiliriz.Bu kısacık andan sonra artık onun için ebediyen ‘vardı’ dememiz gerekir…” O halde hepimiz ânı yaşamalıyız. Eğer bu hayatı biraz anlamlı kılabilecek bir şey varsa, o da ânı yaşamaktır, diye düşünüyor insan. Fakat diğer yandan da,olduğun anda yaşamak bir bilgelik midir, yoksa budalalık mı? Gerçek olan herşey sadece şimdide mevcutsa ve gerisi düşünce oyunundan ibaretse, böyle bir amaca hizmet etmek en büyük bilgelikken, en büyük budalalık da kabul edilebilir; öyle ki, bu hayat felsefesi, kendi içinde kendisiyle çelişmektedir;çünkü kısa bir an sonra artık var olmayacak ve tıpkı bir düş gibi tamamen kaybolmuş olan, asla ciddi bir çabaya değmez. Tüm insanların amacı, her şeyin sonunda mutluluğu ve huzuru bulabilmektir.Hayatlarımızı, sonunda huzur dolu bir yaşama ulaşabilmek için planlar,programlarız; bunun için gece-gündüz, dur durak bilmeden çalışır, para kazanır,çocuklarımızı büyütürüz. Fakat sonuçta, Platon’un da dediği gibi mutluluk“ sürekli oluşun ve asla var olmayışın” yegane varoluş biçimi olduğu bir yerde nasıl barınabilir ki? Zaman kavramı, tüm çabalarımızın sonuçta anlamsız kaldığının göstergesidir. Gelecek geçmiş kadar var olmamıştır ve şu an da sürekli geçmişe karışıp yok olmaktadır; dolayısıyla tüm hareket ve sözlerimiz,anında yok olmaya mahkumdur. Mutluluk?… Bu koşullar altında asla yakalanamaz. A.S. “hayat sürekli bir devinim sürecine bürünmelidir” diyor. “Varoluşumuzu biteviye akıp giden, göz açıp kapayıncaya kadar kaybolan Şimdi’den başka destekleyecek bir dayanak yoktur. Dolayısıyla esas itibariyle, her daim peşinde koştuğumuz dinginliği hiçbir zaman bulma ihtimaline sahip olmaksızın sürekli devimin biçimine bürünmeli hayatımız…” Yeni sıkıntılar, sıkıntıları aşmanın verdiği anlık bir huzur ve ardından gelen boşluk duygusunu yok etmek için yeni uğraşlar bulma çabası, bu yeni uğraşların getireceği sıkıntılar v.s. şeklinde bir devinim olmaksızın hayat sürdürülemez bir hal alacaktır. Gelecek hakkında hayallerimiz, fikirlerimiz olmasa hangimiz karanlık bir depresyonun kollarına düşmeyiz ki? Alman düşünür, hayatlarımızı “organik varoluş”a benzetiyor ve şöyle diyor: “Organik varoluş ancak maddenin sürekli değişimiyle mümkün hale gelir ve eğer dışarıdan sürekli yardım almazsa var olamaz. Dolayısıyla kendi başına organik varoluş,parmak ucunda bir çubuğu dengelemeye benzer; sürekli hareket halinde tutulmalıdır; bu yüzden o ardı arkası kesilmeyen bir ihtiyaç, mütemadiyen yenilenen bir yoksunluk ve sonsuz bir sıkıntıdır. Bununla beraber bilinç ancak organik bir hayat sayesinde mümkündür…”

Blog

ÇOCUKLARDA YARATICILIK Okul öncesi dönemde çocukların s&... Uzman Psikolog Tuğba ATAK
RENK BİLİNÇALTININ ANA DİLİDİR   “Renk bilinçaltının ana dilid... Psk./Aile danışmanı Nazlı Tutan
ALDATILMAK BİN ÇİZİK GİBİ Pek çok çift, ilişki terapisi almak... Psk./Aile danışmanı Nazlı Tutan

Mavişehir Park Yaşam Ofisleri G523 Sokak No: 32/A D:106 Kat:1 Yalı Mahallesi
Karşıyaka İZMİR
(Mavişehir İZBAN İstasyonu Karşısı)

Gsm.0 (532) 132 34 88 info@izmirpsikolojikdanismanlik.com

Bize Ulaşın